28 Kasım 2009 Cumartesi

the matrix on lego



Günün videosu babında...

27 Kasım 2009 Cuma

afiş analiz: "the graduate"



İki önceki postumda verdiğim sözü tutuyor ve "The Graduate" filminin afişini analize girişiyorum . Umarım elime yüzüme bulaştırmam.
Eğlenceli bir analiz yazısı olacağını düşünüyorum. Umarım keyif alırsınız.
Önce filmimize kısaca bir bakalım. Neymiş, ne değilmiş?
1967 yapımı film Mike Nichols imzası taşıyor. Charles Webb in aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan film orta yaşlı bir kadının (Mrs. Robinson rolünde Anne Bancrof) kızının erkek arkadaşı, geleceği konusunda arayış içinde olan bir üniversite öğrencisini (Ben Braddock rolünde Dustin Hoffman) baştan çıkarmasını konu alıyor. Anne Bancrof karakteriyle kültleşmiş film ülkemizde 'Aşk Mevsimi' adıyla oynamış. (Hakikaten çok orijinal bir çeviri tarzı.)
http://www.imdb.com/title/tt0061722/
Filmin konusunu aşağı yukarı hepimiz anladık. 'Spoiler' vermemek açısından daha fazla detaya girmiyorum. Bunu yapmamın elbette başka ve daha önemli bir nedeni var. Filmin afişinden ne anladığımız üzerine bir yazıdır kaleme almak istediğim. Ki gerçekten çok çook güçlü bir afiştir bu filme layık görülen. Gelmiş geçmiş en başarılı film afişleri arasındaki yerini de layıkıyla korumaktadır.

"Mrs. Robinson, you are trying to reduce me... Aren't you?" (Beni tahrik etmeye çalışıyorsunuz Bayan Robinson... Öyle değil mi?)




Evet, Bayan Robinsonun ne yapmaya çalıştığı belli. Eğer bulundukları oda Robinson ablanın odası değilse ve Ben abimiz kapıyı tıklatmadan "Höt!" diye girmediyse Anne in odasına ve Anne Robinson odasında yalnız kaldığında sürekli çorap giyip çıkartan bir manyak değilse, evet Anne ablamız bu abiye göz koymuş demektir. Klasik Amerikan filmi tablosu: Delikanlı odasına girer. Bir de ne görsün? Odasında yarıçıplak bir kadın... Ya bu afiştede de görüldüğü gibi çorabını giyiyor/ çıkartıyordur, ya yatağa çırılçıplak uzanmıştır ya da jartiyerinin lastiklerini don lastiği gibi uzatıp 'avına' 'gel gel' yapıyordur. Filmi ben de izlemedim. Yalnızca fikir yürütüyorum.

Ee abinin tepkisi nedir? Cumburlop kadının dudaklarına mı yapışacaktı o bacağı orada görür görmez? Yok canım, ne münasebet! Abi sekse doymuş belli ki. Eller cepte mağrur mağrur "Sen beni tahrik etmeye mi çalışıyon la?" diyor. "Ne alakası var ya? Çorabımı deniyorum. Bakmasana ya :/" Bayan Robinson ın tepkisi de bu olmamıştır elbette. O da sallamıştır bir kaç 'unutulmayan, hafızalara kazınan film repliği' olay daha da heyecanlı bir hal almıştır. Ne demiştir peki? Hmm düşünelim... Ne demiş olabilir? "Sizce Bay Braddock?" demiş olabilir mi? Olabilir. Sonra da en şuh bakışını atıp adamın tripodu açmıştır. Açmamıştır? Bence açmıştır. Eller cepte karizma karizma "Sen beni taciz mi ediyon ya? Tahrik mi ediyon sen beni?" demesine bakmamak lazım. Ağır tahrik unsuru söz konusu. Fena...



Başka ne demiş olabilir? Salağa yatıp "Bizim kızın ders notları kalmışmış sende de. Onlara bakınıyodum ben. Gelirken yolda da çorabım kaçtı, gelirken recepsiyondan istedim bi Müjde çorap gitti oradaki papyonlu çocuk aldı getirdi bana da. Ben de notları buldumdu tam çorabımı değişeyim dedim çattadanak girdin içeri." demiş midir? Dese ne hoş olurdu. Sıfır erotizm, o dakika Bayan Robinson ın elini öpüp odadan çıkardı bu oğlan. "Anam, analarımız..." diyerek... Ya da aynı replikle bambaşka şeyler de yapabilirdi tabi. "Anam..."

Filmin bir başka afişinde şöyle bir cümle dikkatimi çekti. "This is Benjamin. He is a little worried about his future." (İşte Benjamin! Geleceği hakkında biraz endişeli...) Ee olmasın mı şu tablodan sonra?




Benjamin abinin bakışı da bakış değil. Bambaşka yerlere çekilebilir. Öyle garip bakmış, duruşu o kafanın aldığı açı... Peki ben bu olayı nereye çekeceğim? Wait for it!



http://img162.yukle.tc/images/5093kckemrah2glomvw2.jpg

Suratıtaki ifade aynı değil mi? Benjamin 'geleceğinden' şüpheli...

Ve işte arka planında olup bitenler:




Bayan Robinsonun cafcaflı, yürek yakan jartiyeri:





Benjamin yatakta Anne'yle:




Benjamin yatakta 'kızı'yla: (Yavrum Benjamin... Ama hep yatarak çalıştığından oluyor böyle. Geleceğin hakkında şüphelenirsin ama öyle Benjamin! Üçüncü abi ,biliyorum filmin yönetmeni büyük olasılıkla, hakkında tek kelime etmiyorum şimdilik.)



Görüldüğü üzre Benjamin abim artık yataktan çıkmıyor. "Benjamin, aşkım. Sen daha giyinmedin mi hadi ama..." Benjamin ama hiç oralı değil. Üst açık, yatak sıcak, fazla uzaklaşmış olamaz. Yeni sevişilmiş belli. "Aşkım bu koku ne?"




Ah Benjo ah! Mezun olduğunda tepende şöyle bir şey görmek istersin sen Benjo:



Yemeğini de şöyle alırsın:




Legolara gelesin Benjamin:






Eveet, Benjamin'le olan meselemizi bir kenara bırakırsak 'başarılı bir film afişi'nin insana neler düşündürtebileceğini veya tek başına bir karakter hakkında nasıl güçlü bir izlenim verebileceğini Benjamin üzerinde açıkça gördük. Tek bir afiş ve koskoca filmi özetleyen, hafızalara kazınan son derece güçlü bir film karesi...
Anlatmak istediklerimi, umarım, doğru bir şekilde iletebilmiş, Benjamin konusunda çok fazla doldurmamışımdır sizleri. O da ekmeğinde, işinde gücünde bir arkadaşımız neticede. Hoşgörmeli...

Umarım hoş vakit geçirmişsinizdir. Görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın.

günün şarkısı/ klibi- natasha bedingfield- soulmate

26 Kasım 2009 Perşembe

geçmişten günümüze film afişleri ve sinemanın modern dünyadaki yeri üzerine ufak bir zihin jimnastiği...


Film afişi/ posteri hazırlamak zor bir iş olsa gerek. Uzun metrajlı filmler için konuşmak gerekirse ortalama 90 dakikalık bir filmi tek bir kareyle ifade edebilmek gerçekten hayli emek istiyor. Günümüzde film fragmanları, gazete, tvlerdeki boy boy reklamlar filmin afişini hazırlayanların omuzlarındaki yükü bir hayli hafifletiyor. En azından 30- 40 sene öncesinin zorlu koşulları yok ortada. İstersen beyaz bir arka fona italik, kalın harflerle filmin ismini yaz ve basıma gönder. Bu da bir tercih olabilir şimdilerde. Ne de olsa filmlerde boy gösteren artistleri bir çok insan epeydir tanıyor. Afişte yüzlerini göstermene gerek yok. Ha çok merak ederlerse açar imdb ye bakarlar kimmiş bu adam/kadın diye. Bütün filmografi, biyografi ve fotoğraf albümüne ulaşabilirler aradıkları oyuncunun. Filmin can alıcı sahnelerini afişte kullanmak, günümüzde bile en çok tercih edilen afiş hazırlama teknikleri arasında. Gel gelelim, artık çok da zorunlu bir şey değil. Film vizyona girmeden günler hatta aylar öncesinden fragmanı her yerde yayınlanmaya başlıyor zaten. İnsanlar o filme, bir nevi hazırlıklı gidiyorlar. (Aldatmacalar da olmuyor değil. Hatta aldatmaca olmazsa olmazıdır fragman denen hadisenin.) Ee ne kaldı? Yönetmenin ismi, film şirketinin amblemi/ ismi, filmin gösterime gireceği tarih... Bunları bile yazmaya çok gerek yok. Film vizyona girdiğinde (tabi çok, çok düşük bütçeli bir film değilse) bir çok insanın mutlaka haberi olur kitle iletişim araçları sayesinde. Tabii bu bahsettiğim son derece uç bir fikir ama mantıksız değil.
Ee peki film vizyondan indikten sonra dvd ye kapak olarak bu beyaz plan üzerine kalın, italik harflerle filmin isminin yazdığı afiş bize bir şey ifade edecek mi? Ve ya yıllar sonra "Ya şöyle de bir film vardı" dediğimizde bizim aklımıza yalnızca bu gereksiz, sade, absürd ve niteliksiz afiş mi gelecek? İşte kendi tezimi, bir ölçüde çürüttüğüm bir noktaya parmak basmış bulunuyorum. Ve de bir film afişinin neden bu kadar önemli, üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir mesele olduğunun cevabını farkında olmadan veriyorum.

http://blogs.pitch.com/wayward/pulp%20fiction%20poster.jpghttp://www.sulekha.com/mstore/satyeki/albums/redemption.jpg

Gene de tezim bütünüyle yanlış değil fakat yetersiz kalıyor. Özellikle bundan bir 30- 40 sene öncesinin kitle iletişim imkanlarını düşündüğümüzde... Az önce bahsettiğim üzere artık filmin sıradan, özensiz bir afişinin olması, şu günlerde, belki filme gitmemize bir engel teşkil etmez veya tek başına, bütünüyle bir önyargı unsuru oluştur(a)maz. Fragmanını izlediğimiz, akşam haberlerinde, günlük gazetelerde ve internette haber portallarında ismini yeterince duyduğumuz bir filme, "yapacak daha iyi bir işimiz yoksa" gitmek isteyeceğiz. Ya da hadi dürüst olalım internetten illegal yollarla indirip seyredeceğiz. Tüketim toplumu olduğumuz gerçeğini, şimdilik bir kenara bırakırsam, izlediğimiz filmi çok fazla beğenmediğimiz veya arşiv kültürümüz olmadığı müddetçe, bilgisayarımızda yabancı bir dosya halinde bile tutmayız. (Sinefil ve film manyaklarını bu genellemenin dışında tutuyorum. Onlar f'ilim' Çin'de bile olsa gidip izleyeceklerdir çünkü.)

http://www.sineport.com/poster/eski/casablanca.jpghttp://i7.tinypic.com/34gorhs.jpg


Günümüzden bir 40 yıl geriye gittiğimizde, sizin de farkedeceğiniz üzere bir filme afiş hazırlamak ve bunu gerçekten layığıyla yapabilmek filmin bekası için hakikaten önemli bir durumdu. Tüketmeye ,henüz, fazlaca alış(tırıl)mamış, belki de tek eğlencesi oturduğu kentteki sinemaya gelen yeni bir filme gitmek olan biri için filmlerin taşıdığı misyon, şimdikiyle kıyaslanamaz elbette. Bunu birçoğunuz görmüştür. Bahsettiğim kişi, yaşadığı şehirdeki sinemaya aylarca yeni bir film gelmediği için aynı filmi defalarca izleyen, filmin posterine bile ulaşmak bir noktada imkansızken, hele de filmi beğenmişse yıllar sonra bile her karesini, saniye saniye hatırlayacak ve izlediği her filmi naftalinli hatıraları arasına seve seve katacaktır. Hatta belki, filme ilk gittiğinde üzerinde ne renk bir elbise olduğunu, otobüste yanına oturduğu yaşlı teyzenin kokusunu, bilet kesen çalışanın asık suratını, oturduğu koltuğun yırtık tarafını, rengini, rahatsız olup olmadığını, koridora yansıyan ışığı, her şeyi hatırlayacaktır. Gene de, yıllar sonra film hakkında ne düşündüğünü, izleyip izlemediğini sorduğunuzda aklına ilk olarak filmin afişi gelecektir. O afiş filme asıl giriş biletidir çünkü. Onu heyecanlandıran, meraklandıran, ona film hakkında ipuçları veren bir aracıdır ve hakikaten çok çok mühim bir şeydir. Okan Bayülgen bir röportajında "Çocukken sürekli tv izlemek istiyordum. Hiçbir programı kaçırmıyordum, hatta yayın olmaıdğında bile o çıkan dairenin renklerine, yazılarına bakıyordum saatlerce. Şimdi bile sırayla söyleyebilirim hangi renklerin alt alta kullanıldığını" demişti. Benzer bir hissiyat keisnlikle. Ve ağızda bıraktığı tad paha biçilemez. Bunu belki de son olarak '90 larda çocuk olanlar' yaşayabildi. İnternetten sonrası bilgi bombardımanı, hız, görmezden gelinen onca ayrıntı ve unutmak, hatırlayamamak demekti çünkü... Az önce Mehmet Ali Alabora'nın oynadığı reklamda söyleidği gibi "Unutmak: Çağımızın en yaygın hastalığı!" Ya da böyle bir şey diyordu. Bu durum hayatımızın bir çok alanına sirayet etmiş bulunuyor maalesef. "Nerede o eski bayramlar?", "Nerede o eski aşklar?" falan falan... Nerede? Yaşayabileceğin en güzel bayramı çoktan yaşadın belki de. Hayatının aşkıyla karşılaştın çoktan. Gördün, sevdin, ayrıldın, bitti. Yoluna devam etmen gerek çünkü... Durmak yok! Durursan düşersin. İleri, hep ileri! Arkana bakma. Geçmiş pişmanlıktan başka bir şey anlatmaz sana. (Neden acaba? Hakkını vererek yaşayamadığın için olmasın?) İşinden mi kovuldun? Daha iyisini bulursun. Sevgilinden mi ayrıldın? Daha güzelini/ yakışıklısını bulursun. Düşünme geçmişi. Geçmiş geçmişte kaldı. Hatırlama bile. Önemseme! Sadece unut.


http://theaterofmine.files.wordpress.com/2009/09/dogville1.jpgtitanic2ffof8.jpg

Biz gene de unutmayı, üstünkörü yaşamayı ve detaysızlığı boykot ediyor; ilgi ve alakayı hak eden her meseleyi en derin ayrıntısına kadar incelemeyi şiar ediniyoruz. Varsın arkadan koşanlar bir omuz atıp geçsinler bizi. Bulunduğumuz yer güzel, kanımın damarlarımda sakince dolaşması güzel, kalbimin ağrımaması şahane! Ve sinema, hakikaten sevilmeye, ilgiye değer bir sanat... İzlediğiniz hiç bir filmi, kesinlikle, tamamen unutmamanızı öneriyorum. Hepsinden bir parça alabilirseniz, o sakinliğin, dinginliğin verdiği huzuru hissedebilirseniz hayattan , gerçekten, keyif almaya başladığınızı hissedeceksiniz.
Daha dikkatli bakmalı, daha yakından... Önemli olan her şeye.

Bu bağlamda, bir sonraki postta önce 'The Graduate' filminin afişini detaylı olarak inceleyeceğim. Sonrasında da gelmiş geçmiş (bu kalıbı gerçekten hiç sevmiyorum) en başarılı film afişlerini sizlerle paylaşacağım.
Görüşmek üzere. Kendinize iyi bakın.


http://www.babble.com/CS/blogs/strollerderby/2008/02/01-07/two_thousand_and_one_a_space_odyssey.jpg

duvarına asarsın vol 2


Dikkatinizi çekeceğine inandığım 40 kadar duvarkağıdı buldum. Üşenmeyip paylaşayım istedim. Buyrun; www.animhut.com/freebies/wallpaper/best-wallpapers-of-2009//

25 Kasım 2009 Çarşamba

damdanakan'la pop akşamı



Bu akşam 6 da, İtüsözlük radyosunda. "Popçular İçeri!"
http://radyo.itusozluk.net/index.php

24 Kasım 2009 Salı

duvarına asarsın


Çok şairane bir başlıkla girdim olaya ama korkmayın hemen. Duvarımıza kağıt bitmiş diyen arkadaşlara bir iyilikte bulunayım. İşte seksenin üzerinde (seksen bir tane) duvar kağıdı. Pek üstdüzey bir toplama değil ama enteresan şeyler var.

http://www.webdesignbooth.com/80-absolutely-beautiful-dual-screen-wallpapers/


Kendime not: Oha lan, kız blogu olacaktı hani ?!

slavoj zizek istanbul'da


Dünyaca ünlü Sloven Marksist sosyolog, filozof ve kültür eleştirmeni Slavoj Zizek önümüzde hafta Boğaziçi Üniversitesi güney kampüsünde bir konferans vermek üzere İstanbul'a geliyor.

Konferans iki gün sürüyor. Konferans programı şu şekilde açıklanmış:

3 Aralık Perşembe:
13.00- 15.00 - Slavoj Zizek "Post-ideolojik Dünyada İdeoloji: Hollywood"
15.30- 17.30 - Slavoj Zizek ile tartışma ve soru cevap

4 Aralık Cuma:
Post- İdeolojik Dünyada İdeoloji: İsrail- Filistin Sorunu

10.00- 12.00- Yerel Melek (Local Angel) / Belgesel (70 dk)
Yönetmen Udi Aloni ile soru cevap.

14.00- 16.30 - Bağışlamak (Forgiveness) / Film (110 dk)
Yönetmen Udi Aloni ile soru cevap.

17.00- 18.30- Tartışma
Slavoj Zizek, Udi Aloni

Boğaziçi Üniversitesi, Güney Kampüs, Büyük Toplantı Salonu

Önemli not: Reservasyonlar dolmuş fakat şansınızı zorlamak isteyebilirsiniz gene de. Alternatif çareler düşünmüyor dağiliz.

gece gündüz

http://wvs.topleftpixel.com/flash/cntower_timelapse.swf

bunları biliyor muydunuz? tarzı yazı

http://img9.imageshack.us/img9/814/4nikolajlund.jpg


Evet, öyle bilimsel, o kadar acayip (o kadar da acayip olmayabilir) şeyler söyleyeceğim ki şimdi ağzınız açık kalacak. Çok şaşırmasanız da fazladan bir şeyler öğrenmiş olacak, her şekilde kara geçeceksiniz. Sizin için çalışıyorum. Aydandanakan, blogculukta kalitenin adresi. İşimi ciddiye alıyorum.

Bakalım neymiş bu 'interesting scientific facts' ler:

-Işığın güneş yüzeyinden dünyaya ulaşması 8 dakika 17 saniye sürüyormuş.

-Şu anda dünya üzerinde yaşamını sürdüren insanlar, zamanın başlangıcından beri dünyayı ziyaret edip giden bütün insan topluluğu içinde yüzde onluk bir dilimi kapsıyormuş. Yani baya kalabalığız. Geometrik çoğalıyoruz.

-Dünyada her sene irili ufaklı, yaklaşık bir milyon deprem oluyormuş.

-Her yıl, yıldırım çarpmasından yaklaşık bin kişi hayatını kaybediyormuş.

-İnsanda konaklayan tenyalar, boyları 22.9 m oluncaya kadar büyüyebiliyorlarmış.

-Dünya, güneş ve ay aynı yaştalarmış. Her biri 4.56 milyar yaşındaymış.

-Güneşin çapı bir inç olsaymış, ona en yakın yıldız 450 mil uzaklıkta olacakmış. (Var gerisini sen hesap et!)

-Astronotlar geğiremiyorlarmış. Midelerinde sıvıyı gazdan ayıracak yerçekimi kuvveti yokmuş çünkü.

-DNA kavramı tarihte ilk kez 1869 da Swiss Friedrich Mieschler tarafından ortaya atılmış.

-Termometreyi 1607 senesinde Galileo icat etmiş. (Ateşimizi ölçsün!)

-Dinamit i de 1866 da Alfred Nobel icat etmiş.

-Wilhelm Rontgen x-ray i keşfederek fizik alanında, verilen ilk nobel ödülünü kazanmış.

-İlk şarabı da Mısırlılar yapmış. İsadan önce 2300...

-Bir domuzun orgazmı yarım saat sürüyormuş. (Domuz gribiyle geçebilen bir şey olsaydı ehe. Sustum.)

-İnsan vücudundaki damarları ucuca ekleyince 60 mil yol gidiyormuşsun. Buradan köye gidiyor değil mi?

-Bir kan hücresi, 60 saniyede, bildiğin bir dakikada bütün vücudumuzu boydan boya dolaşıyormuş..

-2010 a kadar yeryüzündeki bitki türlerinin çeyreği yok olma tehlikesiyle yüzyüze gelecekmiş. (Cingıl bels, cingıl bels!)

-Evrende yaklaşık 100 milyar galaksi bulunuyormuş.

-Bir çok mikrop konağından diğer canlıya el sıkışmayla geçiyormuş. Öpüşmeyle değil. (Öpüşün!)

-İnsan derisinde yaşayan canlı organizma sayısı, dünya üzerinde yaşayan insan sayısından fazlaymış.

-Koalalar günün 22 saatini uyuyarak geçiriyorlarmış.

-Erkekler bir saniyede bin, bir günde 86 milyon sperm üretiyorlarmış.

-Her 2000 bebekten biri ağzında dişle doğuyormuş. Tabi bildiğin Saba Tümer tarzı 32 adet porselen setiyle değil; tek tük bir ya da iki dişle. Korkulacak bir şey yok.

-Işık hızında hareket etsen bile en yakın galaksiye ulaşman 2 milyon yılı buluyormuş. (Uzaktaki yakınlarımız!)

-Siyah Mamba yılanı tarafından ısırılırsanız yüzde 95 ölüyormuşsunuz. Aklınızda bulunsun.

-'The Black Death' 14. yüzyılda tam tamına 75 milyon insanın ölümüne sebep olmuş. Fareler üzerindeki pirelerle taşınıyormuş bu hastalık. Bu 'The black death' dediği de büyük veba salgını. Şu anda farkettim.

-Bir köpeğin koku alma duyusu bizimkinden 1000 defa daha hassasmış.

-Kasırga felaketinden ölenlerin %90 ı maalesef boğularak ölüyormuş.

-Samanyolundaki her yıldızı bir tuz tanesi gibi düşünürsek, bu tuz taneleriyle olimpik havuz büyüklüğündeki bir alanı ağzına kadar doldurabilirmişiz.

-1930 larda uzay boşluğuna gönderdiğimiz ilk radyo yayınları şu zaman kadar 100,000 yıldızı geçmiş bulunuyormuş.

Hepsi ve daha fazlası için; http://zarius.com/archives/2006/04/20/100-interesting-science-facts/

Sizler için bir çoğunu türkçeye çevirdim. Umarım keyif almışsınızdır. Bilimin ışığı yoldaşınız olsun sayın ilim ve fen aşıkları. Sağlıcakla kalın.

23 Kasım 2009 Pazartesi

kötü kızlar

Amerikalı sanatçı Jeffrey Thomas yemiyor içmiyor, şu disney karakterlerini ve dahi masal kahramanı helal süt emmiş, anasının dizinin dibinden ayrılmayan, pencere önünde oturup münasip bir kısmet bekleyen akça pakça, temizlik, doğruluk timsali bütün kadınları nasıl yaparım da lanet, nemrut, şeytanın sol bacağı, kompleksli, karanlık, gotik, çekoslovak karakterlere dönüştürürüm diye düşünüyor. Düşünmekle kalmayıp işi eyleme döküyor. Pambık prenses inden tut, harikalar diyarındaki zavallı alice e, pokahantes e ve dahi deniz kızı alias a kadar bir dolu masum kadınceğizi alıp her halinden "senin ağzını yüzünü sikerim orospu çocuğu" dediği gün gibi açık enteresan karakterler yaratıyor.
Yırtılan elbiseler mi dersiniz, suratta seksi, tehlikeli bir ifade, dişler sarı, vampir dişi, ellerinde cinayet silahları, bizim bildiğimizden çok farklı hallerde çıkıyorlar karşımıza çok sevgili masal kahramanları.
Burada bir kaç örnek paylaşacağım. Öncesi, sonrası şeklinde. Karakterlerin geçirdiği evrimi daha iyi görebilmek için. Tüylerimiz diken diken olacak. Gerisine de sanatçımıza saygımızdan (sanata saygı, artı rep!) vereceğim deviantart linkinden ulaşabilirsiniz. Ahanda veriyorum: http://jeftoon01.deviantart.com/art/Twisted-Princess-Aurora-117711730


Pocahantes:

http://cdn1.ioffer.com/img/item/449/364/51/o_disney_pocahantes.JPG
http://fc06.deviantart.net/fs45/i/2009/098/3/4/Twisted_Princess__Pocahontas_by_jeftoon01.jpg


Pamuk Prenses:

http://farm3.static.flickr.com/2326/2049681503_954ab9f475.jpg




Cinderella:

http://www.hollywoodstandups.com/images/637%20Cinderella.jpg
twisted-cinderella


Jasmine:


http://disney-clipart.com/Aladdin/jasmine/Disney-Princess-Jasmine6.jpg

http://fc06.deviantart.net/fs38/i/2008/335/a/3/Twisted_Princess__Jasmine_by_jeftoon01.jpg


Sleeping Beauty:

http://www.logoi.com/pastimages/img/sleeping_beauty_3.jpg

http://fc06.deviantart.net/fs44/i/2009/090/d/c/Twisted_Princess__Aurora_by_jeftoon01.jpg

22 Kasım 2009 Pazar

dünyanın en kötü şarkısı


Nette gezinirken böyle bir başlık gözüme çarptı. Yani tam olarak böyle değil elbette. Haberin asıl başlığı "‘The Most Unwanted Song’ Scientifically Composed". Peki...

İngilizce metinden bir kaç satır çevirecek olursak; besteci Dave Soldier ve sanatçı Komar & Melamid merak etmişler, bir internet sitesi oluşturmuşlar ve siteyi ziyaret eden herkese duymaktan en fazla rahatsız oldukları sesleri, müzik türlerini, şarkı sözlerini vs sormuşlar. Oluşturulan havuzda toplanan veriler ışığında da bilimsel olarak 'tüm zamanların en kötü şarkısı'nı bestelemişler.

Şarkı yirmi ik dakikaymış. Tubas, banjo gibi enstrümanların yanında politik sloganlar, reklam cingılları (jingle) ve kovboy sözleri kullanılmış. Bunu da sanırım çevirmeye üşendiğim 'orchestral rock-band church-music' a uyarlamışlar ve birtakım şeytanlıklar daha yapmışlar.

Diyorlar ki bu adamlar (biri müzisyen diğeri sanatçı) dünya üzerinde yalnızca iki yüz kişi bu şarkıyı ya beğenir ya beğenmez. Bu işin oluru budur yani. İddialıyız. Davamıza aşığız, diyorlar.

"Gavur yapiyi" deyip geçemiyorum. "İşin gücün yok mu arkadaşım" a kadar allah ne verdiyse gitmek istiyorum ama eğleniyor arkadaşlar değil mi?

Şarkıyı yarısına kadar dinleyebildim. Cidden çok sinir bozucu. Size de dinlemenizi mutlaka tavsiye ediyorum ama. Sizce gerçekten dünyanın en kötü şarkısı bu olabilir mi? Aramızdan beğenen çıkacak mı? Cidden bu soruların cevabını çok merak ediyorum.

Serdarım Ortaçıma da selam ediyor, gözlerinden öpüyorum. Keşke ona da dinletebilsek bu şarkıyı. Sürrealistim benim,

Şarkıyı şu linkten dinleyebilirsiniz: http://www.wired.com/listening_post/2008/04/a-scientific-at/

Milletçe bu sektöre biz de bir el atmalıyız. Şu şarkıya "saykedelik la bu" deyip bağırlarına basmazlarsa, ben de bir şey bilmiyorum o vakit. Do you know The CanKan Brothers?

20 Kasım 2009 Cuma

selam olsun dört bir yana merhaba

aradan bir seneden uzun bir zaman geçmiş. epey olmuş. bugün aklıma düştü bu blog. "keşke boşlamasaymışım bu kadar" dedim. bilmiyorum takip eden var mı ama herkesin okuyamaması da apayrı bir güzellik aslında...
yani ki ben gene geldim. tekrar geldim. burdayım. hayrolsun.